Dedeleri Ali Ragıp Efendi, Selanik’te fıkıh ve mecelle konularında müderris. Yani öğretim üyesi. Ağırlıklı branşı fıkıh ve mecelle. Bugünkü medeni kanun öncesinde orada uygulanan medeni kanun oluyor, mecelle. Amcası Hüsnü Bey ise İstanbul Hukuk Mektebi mezunu ve Selanik’te birçok mahkemede, Üsküp ve Manastır dolaylarında mahkemelerde aza olarak görev yapmış bir hukukçu.
Hüsnü Kitapçı
Babası Fahrettin Kitapcı da, amcası gibi İstanbul Hukuk Mektebine başlangıç yapar. Fakat Birinci Dünya Savaşı tehlikesi belirince okulu yarım bırakmak zorunda kalır. Eli kalem tutan gençler, lise öğrencileri bile cephelere taşınır o dönemde. Onlardan biri de babası olur.
Fahrettin Kitapçı
Selanik’ten göç eden bir ailenin ferdi olarak dünyaya geliyor dedesiyle aynı ismi taşıyan Ali Ragıp Kitapcı. Dedesi ve ailesi Selanik’ten 1913 yıllarında Balkan Harbi sırasında göç ediyor. Geniş bir aile. Bu sefer İzmir’de geçim problemi başlıyor. Ne iş yapacaklar? Kendileri kitap ve kırtasiye konusunda hemfikir oluyorlar. Fakat ondan önce Mehpare ismiyle giyim ve aksesuar sattıkları bir işletme kurarlar. Bir geçiş dönemi diye adlandırabilecekleri kısa bir dönem yaşarlar tekstil sektöründe.
Daha sonra 1914 yılında kitap ve kırtasiye sektörüne geçiş yaparlar. Babası ve amcası, birlikte, Kemeraltı’nda, Konak pasajı civarında Yavuz Kitabevi adında bir firma kurar. Ve bu firma 1914 yılından günümüze kadar gelir.
Dedemizin adı Ali Ragıp. Hatta benim ismim oradan gelmektedir. Balkanlardan göçen dedemiz. Fıkıh ve mecelle müderrisi diye bahsettiğim dedemizin adı Ali Ragıp olduğu için Ragıpzade Biraderler, Yavuz Kitapevi adı konulmuş. Hatta mesela Fransızca bir başlık atmışlar. Bir belge var, size de göstermek isterim. Yavouz Raghib Zade Biraderler, Freres, diye Fransızca yazmışlar. O zaman Fransızca çok revaçta olan bir dilmiş. Şimdi İngilizce çok sık kullanılan bir dil, halkımız arasında. O zaman da Fransızca yaygın, halk arasında. Dolayısıyla firma adı öyle geçiyor. Librairie ve Papeterie Yavouz Raghib Zade biraderler. Bir de vis-a-vis du Conak diye Fransızca adresi tarif ediyorlar. Hükümet karşısı, 5 numara diyor o başlıkta. Dolayısıyla başlangıç böyle oluyor. Ve bugünlere kadar devam ediyor.
I.Dünya Savaşı sırasında Almanlar'dan aldığımız savaş gemisinin adı Yavuz, biliyorsunuz. Yavuz zırhlısı… Babasına hatta kendisine de Yavuz Bey diye hitap ederlermiş hep. İsimlerinin Yavuz olduğunu zannedermiş herkes. O dönem yavuz kelimesi çok makbulmüş. Güçlü, mert, sözüne güvenilir, yavuz adam, yavuz insan anlamlarında kullanılırmış. Onun için de Yavuz ismini vermişler kitabevine.
Kitapcı soyadını ise Atatürk verir aileye. Ali Ragıp Kitapcı bunu gözleri dolarak, gururla şöyle anlattı:
Selanik’ten göçen bir aile olduğumuz için amcam, Atatürk’le bir şekilde bir araya geliyorlar. Nasıl oluyor bilmiyorum. Demek ki kendisine bir şekilde ulaşmayı başarmış amcamız. Mesela meclis açıldıktan sonra amcam Atatürk’e bizzat kitap taşırmış. Ankara’ya. Öyle bir tanışma olmuş aralarında. Amcamız da zaten ilk dönem milletvekili seçiliyor. O zaman İzmir diye geçiyor ama esasında Muğla bölgesi. 4 dönem İzmir-Muğla milletvekili olarak görev alıyor mecliste. Bölge olarak. Sadece İzmir değil. Ege çevresi diyeceğiz. 4 dönem. Uzun bir süre tabii. O arada Atatürk önderliğinde devrimler başlıyor. Kanunlar çıkıyor. Soyadı Kanunu çıkıyor ve soyadımızı bize bizzat Atatürk veriyor. Amcamızın geçmişte kitapçılıkla uğraştığını bildiği için soyadınız “Kitapcı” olsun, diyor. Gururla taşıdığımız soyadımız oluyor. Devrimler arka arkaya devam ediyor. Medeni yasa vs. Harf inkılabı var bir de. Eski yazılar kaldırılıyor. Biz o zamana kadar basım şekli eski yazıylaymış. Harf devrimi olunca kitaplar yeni alfabeyle basılmaya başlıyor. Eski kitaplar da yok edilmiş. Uygulama da mecburen böyle oluyor. Öyle olması lazım tabii. Ve yeni alfabeyle kitaplar gelmeye başlıyor. O zaman yayınevleri çoğunlukla İstanbul’da. Oradan İzmir’e geliyor. Kitaplar, romanlar basılıyor, geliyor. Eski kitabevleri var. Remzi Kitabevi, İnkılap Kitabevi, Kanaat Kitabevi… Bunlar en eski kitabevleri. Belki hatırlayamadıklarım vardır ama en bilinenler bunlar. Ve günümüzde hala var. Çok eski kuruluşlar. Bugünkü AVMleri düşünürsek bunların hepsinin oralarda şubesi var. Satış yerleri var. Çok da güzel devam ediyorlar. Çok da memnuniyet verici bir şey esasında.
Ali Ragıp Kitapçı - Birgül Kitapçı
Amcası mebus olarak Ankara’ya gidince babası yalnız kalır. Uzunca bir süre yalnız başına devam eder. Tabii yanında yardımcısı vardır; fakat ablası Birgül Kitapcı da babasına destek olmaya başlar. 1960lar. O zamanlarda genç bir kızın bir yerde çalışıyor olması çok fazla görülmüş bir şey değil maalesef. Birgül Kitapcı önce Göztepe Kız Enstitüsü’ne gider. Aynı zamanda babasına yardıma gelir. Devlet, çalışanlara yönelik gece lisesi diye bir imkân tanır. Ablası da Namık Kemal Lisesi’nde gece lisesi diye bir eğitim programına devam eder. Oradan mezun olur. Daha sonra da üniversite sınavlarına girip Ankara Dil Tarih Fakültesinde, Hungaroloji yani Macarca bölümüne devam eder. Hatta Ankara’da okurken oradaki yayın evleri ile iletişime geçer. Hukuk kitapları bilhassa. Onlarla bağlantılar sağlar babasına, firmaya. Her gittiğinde Ankara'daki kitapçıları dolaşır. Kitap siparişleri verir. Paketler yapılır. Bazen iki paket, bazen üç paket ya da beş paket. Her gittiğinde siparişleri toplar. İzmir’e, babasına, Yavuz Kitabevi’ne gider bu siparişler. Üniversiteden sonra yine dükkânın başına, babasına yardıma geri döner. Çok da sever bu işi. Ve çok daha başarılı olur.
İzmir Fuarı zamanında mesela Macar Pavyonu olurdu. Ablam, oraya giderdi. Konuşabilir miyim kimselerle diye. Oraya gelen heyetler olurdu. Çekoslovakya, Macaristan olurdu. Demir Perde diye geçiyordu o zaman. Onlarla sıkı fıkı olmak bile tehlikeli sayılırdı o zamanlar. Onlar da şüpheli görebilirlerdi o zaman. İşte neden bize yaklaşıyor gibi. Öyle şeylere sebep olmamak için bir de ona dikkat ederdi filan. Anlatırdı bazen öyle olayları.
Ali Ragıp Kitapcı ise ortaokulu Saint Joseph’te okur. Fransız koleji. O zaman 8. Sınıfa kadar. Lise kısmı yok. Bakanlık tarafından müsaade edilmemiş. Lisesi açılsın diye uğraşılırmış o zaman ama onların dönemine rastlamaz. Sonra Atatürk Lisesi. Oradan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü. Mülkiye diye, Mekteb-i Mülkiye diye geçiyor. Öyle derler, benzerlerinden ayırt etmek için Mülkiyeliler. Çünkü İstanbul’da, başka yerlerde o ismi kullanan çok fakülte açılır sonra. Ayırmak için Mekteb-i Mülkiye derler ve MM diye de kısaltırlar.
Ama mesleğini hiç yapmaz. Babası yaşı ilerlediği için çocuklarına devreder kitapçıyı. 1972 yılından beri ablasının liderliğinde abla-kardeş olarak devam ettirirler, Yavuz Kitabevi’ni.
Bu sefer ablamız yaşlandı, gelemiyor. Şimdi oğlumuz devreye girdi. Cenk. Cenk Kitapcı. O da Amerikan Lisesi mezunu. Sonra yurtdışında, Kanada’da İletişim ve Reklamcılık Bölümünü bitirdi. O da karar verdi. O devam ediyor şimdi, kitapçımızı. Ben de ona yardıma geliyorum.
Peki ya, Kemeraltı… 1913 yılından beri... Dile kolay, 112 yıldır Kemeraltı’ndalar. Kemeraltı ile ilgili anılarını sorduğumda ilk aklına gelen Çarşı’daki coşkulu bayram kutlamaları oldu.
9 Eylül günleri İzmir’de çok canlı yaşanırdı. Çok önem verilen bir olaydı. Cumhuriyet bayramlarında, 19 Mayıs veyahut da, işte 9 Eylül'de özellikle, kaleden atlılar, bir grup, koşarak kalenin oradan gelirdi. Biz dükkânın üst katına çıkardık.
Öğlene kadar süvariler gelirdi. Şimdi kısa yoldan geliveriyorlar, bayrak çekiyorlar. İşi bitiriyorlar. Eskiden Çarşı içinden gelen süvari birliği gelir Konak Meydanının önünde yine bayrak töreni yapılarak sabahki tören sona ererdi. Öğleden sonra da resmigeçit töreni yapılırdı. Bütün İzmir, Konak ve çevresine akardı. Resmigeçidi izlemek için. Tıklım tıklım dolardı. Çarşı da öyle. Bizim bu dükkânın üst katı var. Orada hala duruyor. Kepenk dediğimiz eski metal kapaklar var. Panjur diyoruz. Bu bina, eski bina geçmiş dönemdeki durumunu muhafaza ediyor. Biz oraya çıkardık. Pencere önünde de saçaklar vardı. Şimdi tenteler vs. var. O zaman yağmur için saçaklar yapılmıştı. Yağmura karşı. Biz gençler, çocuklar olarak ben ve ablam, arkadaşları hep oraya çıkardık. Resmigeçidi izlerdik. Ama geçide katılanlar çoktu. Dernekler vs. bir kortej olurdu. İkiçeşmelik tarafından Çankaya ve Konak Meydanına gelirlerdi. Oradan dağılırlardı. Ama çok canlı olurdu. Bando geçer vs. Bir canlılık olurdu. Bir de halkta büyük bir coşku olurdu. Bayram sevinci yaşanırdı. Tam kurtuluş gününü yâd eden bir gün olurdu, o günler. Çok hoşumuza giderdi. Her sene tekrar ederdi. O heyecan zamanla biraz azaldı mı diyelim veya günümüzün şartlarına uygun bir şekilde uygulanmaya başladı. Öyle diyelim.
O zaman eniştemiz Cumhuriyet Halk Partisinde il başkanıydı, halamın eşi, o tabii geçecek, işte “Enişte geçiyor, Mehmet Enişte geçiyor.” Kızları, biz, arkadaşlar çıkardık çatının üstüne otururduk. O büyük eğlenceydi bizim için. O atlar böyle ağızlarından köpükler akarak da şeyden, kaleden inerler, şeyden, kuyumcuların oradan girerlermiş, ben hani bilmiyordum nerden geldiklerini, aradan, böyle dörtnala geçerler, alkış, kıyamet.
Kemeraltı deyince aklına bugün çok katlı otoparkın yerinde bulunan İzmir Hapishanesi de geliyor ve bir anısını anlatıyor. Çocuk Ali Ragıp’ın bu anıdan çok etkilendiği ve yetişkin Ali Ragıp’ın hala o günü unutamadığı gözlerinden belli.
Konak Meydanı, yine Konak Meydanıydı ama yerleşim şekli farklıydı. YKM’nin olduğu, otobüs duraklarının olduğu yerde bir hapisane vardı. Ben onu hatırlıyorum. Biz küçükken sık sık çarşıya gelirdik, babamızın dükkânı burada olduğu için. Tramvay vardı o zaman. Tramvay Güzelyalı’dan kalkar. Bizim evimiz de Göztepe tarafında. Sadıkbey’de. Oradan bu tarafa geldiğinde şimdiki o otobüs duraklarının olduğu yerden geçerken, o zamanki hapishanenin önünden kıvrılarak geçer. Milli kütüphane filan o zamanlar vardı. Böyle bir kıvrım yaparak Konak Meydanına ulaşırdı. Sonra tramvay Saat Kulesinin etrafından döner, tekrar geriye giderdi. Güzelyalı tarafına doğru. Onları hatırlıyorum. Hapishaneden geçerken hep dikkatimi çekmiştir. Küçük pencereleri vardı. İçerideki mahkûmlar tabii, yazık. Onlar da hava alsınlar ve dışarıyı görebilsinler diye dışarıya bakarlardı. Tabii insan acıyor, üzülüyor. Öyle bir görüntü aklımda var. Bir yandan da kendi öğrencilik hayatım devam ediyor. İlkokul ve ortaokul Alsancak tarafındaydı. Saint Joseph Kolejiydi. Okul erken başlardı. 7.30-8.00 gibi okulda olurduk. Bir gün bir olay olmuş. O zaman idam cezası vardı. Bir gün okula giderken, otobüs farklı bir yerden gitmeye başladı. Her zamanki yerden gitmiyor. Mesela şimdiki Hasan Tahsin anıtının, Saat Kulesinin olduğu yerde yine sıra sıra duraklar vardı. Oradan deniz yönüne gidip Pasaporta, heykele doğru devam ederdi. Heykelden içeri girip Alsancak’a giderdi. Okulumuz Alsancak Garına yakın bir yerde. Hala oradadır Saint Joseph. O gün farklı yerden gitti. Sebebini sonradan anladım. Bir idam mahkûmu varmış. Onun asılışı orada, meydanda gerçekleştirilmiş. Dolayısıyla trafiği o gün için değiştirmişler. O şekilde bir infaz gerçekleştirilmiş. Sonradan öğrendik tabii. İnsan üzülüyor tabii.
Bir de Çarşı deyince… Seçimler geliyor aklına. Seçimler yaklaştı mı siyasi partilerin adayları geçermiş Çarşının sokaklarından. Günümüzde de geçiyor tabii ama o dönemde daha çok coşkulu olurmuş. Adaylar çarşıdan geçerken halkı, esnafı selamlarmış. Bugüne göre daha farklıymış. Hep bir canlılık varmış.
Çarşı İzmir’in kalbiydi. Fuar da bir canlılık katardı İzmir’e. Fuar günleri daha canlı olurdu İzmir. Hep dışarıdan, çevreden gelenler otelleri doldururdu. Kemeraltı’nda da küçük oteller vardı. Şimdi maalesef kapandı. Hep gelenler oralarda kalırdı. Fuar zamanı ayrı bir canlılık yaşanırdı. Şimdi de gelen giden oluyor ama Fuarın o cazibesi kalmadı. Hele Gaziemir tarafına taşınınca artık fuarın sadece ismini duyuyorum ben. Gitmedim bile. Adı fuar ama. Kültürpark bir de bu çevreye çok yakındı. İzmir’in kalbiydi esasında. Kültürpark alanı. Yine öyle esasında ama fuar olayı bambaşka bir hale geldi şimdi. Eskisi gibi değil ne yazık ki.
Esnaf ilişkilerinin de eskiden daha farklı olduğunu söylüyor, Ali Ragıp Kitapcı. Kibarlık, saygı, sevgi daha fazla, dostluklar daha farklıdır ona göre. Nüfusun az olmasının da etkisi vardır tabii. O zamanlar çok sakindir, İzmir. Nüfus az. Dolayısıyla Çarşıya gelenler de gidecekleri yeri bilir. Nerede ne satıldığını bilir. Herkes birbirini tanır ve selam verir.
Marketler, bu mağazaların yerini aldı. Marketler her mahallede var tabii. AVMler var. Çok değişti. Tabii değişiyor. Öyle de olması lazım esasında. Tabii o sakinlik kalmadı. Hareketli hale geldi. Kimse birbirini tanımaz oldu. Hani derler ya, apartmanda oturanlar bile birbirini tanımıyor. Şimdi Çarşıda da o benzer durumlar oluştu haliyle. Böyle görüntüler de çok değişiklik oldu. Yaşam şekli değişti. Jetonlu telefon bile bir yenilikti o zaman mesela. Sonra jetonlu telefonlar kalkınca cep telefonları basit şekliyle başladı. Bugünkü haline geldi. Modern hayat başladı. Dolayısıyla insanların yaşam tarzı değişti. Bir de zaman çok önemli hale geldi. Eskiden sakinlik vardı. Kimse acele etmezdi. Şimdi herkeste bir telaş var. Yok, vapura yetişeceğim, yok tren kaçıyor bilmem ne. Öyle şeyler yoktu. Duymazdık. Ya diyor, işte 5 dakika sonra vapur kalkıyor, ben koşayım filan. Öyle bir telaş yoktu. Sakin bir hayat vardı. Ama nüfus artması vs. geçim şartları, yer bulma. O kadar insan nerede yaşayacak? Mahalleler büyüdü. Merkezler etrafa yayıldı. Tabii o yayılmalar neticesinde birçok problemler ortaya çıktı. Kirada olanlar kiradan kurtulma peşinde koşar oldu. Emekliler, “bir emekli olayım da rahat bir hayat süreyim” diyenler haliyle emekli olunca aradıklarını buldular mı? Onu da bilemiyoruz. Yaşam başka bir şekle dönüştü esasında. Zamanın etkileri diyelim.
Ali Ragıp Kitapçı - Buket Yılmaz
Kemeraltı’nın daha da gelişmesi için turizme biraz daha destek olunması ve örnek çalışmalar olması lazım, Ali Ragıp Kitapcı’ya göre. Gelen büyük turistik gemilerin seferleri kesilmeden devam etmeli örneğin. Çünkü o, esnafın can suyu. Turizm seferleri olması lazım Kemeraltı’na sürekli. Yine turizme bağlı olarak çarşı esnafı eğitilmeli, ona göre. Turistlere nasıl davranılacak? Kemeraltı Esnaf Derneği’nin yabancı dil kursları yaptığını ve buna devam edilmesi gerektiğini, katılımın artması gerektiğini ifade ediyor. Sadece Esnaf Derneği değil herkesin katkısı önemli. Vali, Belediye, Ticaret Odası, Sanayi Odası, tüm kuruluşlar ortak düşünceye sahip olmalı Kemeraltı konusunda. Beni ilgilendirmez gibi düşünceler olmaması lazım, Ali Ragıp Kitapcı’ya göre. Ortak toplantılar olmalı, ortak fikirler çıkmalı. Kısacası güçler birleştirmeli. Kemeraltı partiler üstü bir konu, ona göre. Kemeraltı için yapılan tüm olumlu işler, kıymetli. Yeter ki İzmir’e, Kemeraltı’na faydası olsun. Yeter ki İzmir gelişsin, Kemeraltı gelişsin, kalkınsın, ileri gitsin.
DR.BUKET YILMAZ I 06.01.2025
Sosyolog