TEMA Vakfı eğitim programlarını uyguladığımız okullarımızda/sınıflarımızda çoğu zaman eğitimin bitiminde tohum tüpleme (ekme) etkinliği yaparız. Bölgemizde yaygın bir türlerden olan fıstık çamı veya meşe tohumlarını kullanırız. Hal böyle olunca bu ağaçların tohumlarına ihtiyaç duyuyoruz. 2020-2021 eğitim yılı pandeminin gölgesinde başladı. Bir ara belli sınıflar için yüzyüze eğitim başlayınca, biz de bunu fırsat bilip, okullara teslim etmek üzere meşe palamudu toplamaya karar verdik. Dağcı bir dostumun tavsiyesi üzerine “meşeliklerin olduğu” Yelki bölgesine gittik. Keşif sırasında çok sayıda meşe ağacına denk geldik. Palamutların düşmeye başladığı dönemde bölgeye gittik. Çokça palamut toplamayı planladığımız alanda hayal kırıklığına uğradık. Tam alandan ayrılacakken epeyce ileride bir ağaç dikkatimi çekti. Formundan meşe ağaçı olduğu anlaşılıyordu. Arkadaşlara “hadi gidip bakalım” dedim. Ağaca yaklaştıkça gözlerimiz fal taşı gibi açılmaya başladı. Çocuk gibi seviniyorduk. Çünkü ağacın altına adeta “palamut” yağmıştı. Nereye baksak palamut vardı. Adeta ganimet bulmuş gibiydik. O heyecanla üç arkadaş palamutları torbalara doldurmaya başladık. Ulu meşe ağacının dibinde bir bağ evi vardı. Bir süre sonra bir çift göründü. Bizi palamutları toplarken gören bu çiftin ne tepki vereceğini bilmiyorduk. Selam verdiler. Biz de verdik ve kendimizi tanıttık. Palamutları neden topladığımızı anlattık. Sonradan karı-koca olduğunu öğrendiğimiz bu çift, pamuk şekeri gibi insanlar çıktılar. Onlar da bizle beraber palamut toplamaya başladılar. Saatlerce palamut topladık desem yalan olmaz. Yanımda termosta sıcak su ve kahve vardı. Bir de çikolata almıştım. Onlara “birlikte kahve içmeyi” önerdim. Onlar ise bizi bağ evinin bahçesine buyur ettiler. Önümüze meyve tabağını, çiğdemi, bademi yığdılar. Kahvelerimiz içtik. Ev sahibi karı koca öyle iyi insanlardı ki… Sohbetin sonunda adamcağız mandalin ağaçlarının olduğu alana gidip kucak dolusu mandalin getirdi ve bize ikram etti. “Biz, siz yokken de toplar, evin önündeki kutulara doldururuz. Gelirseniz oradan alırsınız” dediler.
İriliğine baktığımda 300 yaşından fazla olduğunu düşündüğüm meşe ağacı tek başına bize öyle bir ganimet vermişti ki, arkadaşlarıma “ona özel teşekkür edeceğim” dedim. Kocaman sarılacaktım. Yanına gittim. Ağacın gövdesine dayalı bir tahta merdiven vardı. “Merdivene çıkıp öyle sarılacağım” dedim. Çıktım da… Sarılıp üst dallarına bakarak; “Sen çok özel bir ağaçsın. Verdiğin palamutlar için sana çok teşekkür ederim” dedim. Sonra içimden geldi ve ağacı iki üç defa öptüm. Ve yüzümü “yârin yanağına yüzünü yaslayan yavuklusu gibi” ağacı öptüğüm yere yasladım. Sadece sarıldığımda fotoğraf çekmesini istediğim arkadaşım ise o anlarda da fotoğraf çekmiş. Gün kararmaya başlamıştı. Biz arabanın arkasındaki çuvallar dolusu palamut ile evin yolunu tuttuk. Arka koltukta çekilen karelere göz atıyordum. Yüzümü ağaca yasladığımda çekilen fotoğraf dikkatimi çekti. Siz o fotoğrafa baktığınızda ne göreceksiniz bilmiyorum. Ama ben gördüğüm karede hayretimi gizleyemedim. Hani sevdiğiniz birine “uzat yanağını öpeceğim” dersiniz, o da yanağını uzatır. Seven de buseyi kondurur yanağınıza. Sanki yüzümü ağaca yasladığım yerde sanki bir “yüz” var ve aynı tarif ettiğim şekilde beni öpüyor. İşin ilginci ben de ağacı tam aynı yerden öpmüştüm.
“Özcan, ağaç ağaç diye artık kafayı ağaçlarla bozdun. Ağaca bakında dalında, budağında, yaprağında olmayacak şeyler görüyorsun” diyerek gülebilirsiniz. Ben o fotoğrafa baktığımda hissettiklerimi sizinle paylaşmak istedim. Ağaç beni öptü elbette işin esprisidir. Ancak ona sarıldığımda duyguduğum minnet ve onun bana hissettirdiği sevgi, aldığım nefes kadar gerçekti. Bunu sadece o an ben yaşadım. Size lisanım ile ne kadar hissettirebilirim ki? Ama yine de anlatmak istedim…
Ağaç beni öptümü, öpmedi mi, o tatlı bir espri olarak kalsın. Ama sizden rica ediyorum. Gün gün yok olan doğaya zaman ayırın. Gidin dokunun. Gönlünüzden geçerse benim gibi öpün. Çünkü, ruhundaki açlıktan canavara dönmüş insanlar, muhtelemen “doğa diye bir şey bırakmayacaklar…” Varken gidin, varken görün, varken sevin, varken öpün…
Bakalım, fotoğrafa bakınca benim gördüğümü/hissettiğimi hissedenler, aynı sevimli yüzü görenler olacak mı? Karl Detler’in bir sözü ile tüm yazımı özetlemiş olayım;
"Tabiatın tercümana ihtiyacı yoktur, onun güzelliğini anlamak için, açık bir ruh yeter. .."
Sağlıkla, neşeyle, hoşça ve doğayla kalın !
ÖZCAN GÖKOĞLU I 16.09.2024
www.instagram.com/ozcangokoglu